Fark ettiniz mi? Günümüz dünyasında bir şeyin kalıcı olması artık mümkün değil.
Her şeyi çabucak tüketir hale geldik.
Hele ki “tüketim” dediğimiz unsur popüler hale gelmişse.
Tüketim sadece maddi ürünlerle sınırlı kalmıyor; Fikirleri, ilişkileri, siyasetçileri, haberleri, hatta duygularımızı bile hızla tüketiyoruz.
Bir zamanlar televizyonun karşısına geçip haftada bir izlediğimiz diziler artık tek seferde bitiriliyor.
Beğenmediklerimizi birkaç saniye içinde geçiyoruz.
Siyaset kurumunun da bu hızlı tüketim kültüründen nasibini aldığı aşikar.
Artık liderlerin, partilerin ya da politikaların toplum nezdinde kalıcılığı gitgide azalıyor.
Veya siyasetle ilgili herhangi bir toplumsal olayı, sokağa eylem şeklinde taşıdığımızda etkisini maksimum 2-3 hafta devam ettirebiliyor.
Aynı tavrı ekonomide de görebiliyoruz.
Ekonomideki tüketim de artık sadece alışverişle sınırlı değil; markaları, uygulamaları, kampanyaları da sürekli değiştiriyoruz.
Yeni açılan bir kafenin heyecanı bir ay sürüyor, sonra yerini başka bir trend alıyor.
Eskiden belirlenen bir mekandan çıkılmazken, şimdi ise o mekanın sosyo-ekonomik tüketimi halinde yeni arayışlar başlıyor.
Sosyal ilişkilerde de benzer bir yüzeysellik hâkim.
Arkadaşlıklar, aşklar, hatta aile bağları bile birer "anlık deneyim" gibi yaşanıyor.
Küçük bir tartışma, bir yanlış anlama bile köprüleri yıkmaya yetiyor.
Bağ kurmak yerine bağ koparmaya daha meyilliyiz artık.
Bu hızlı tüketim kültürü, bizi derinleşmekten uzaklaştırıyor.
Bir konuya, bir kişiye, bir fikre emek vermek onu anlamaya, sabırla değerlendirmeye çalışmak giderek unutuluyor.
Belki de bu yüzden gerçek anlamda mutlu ve tatmin olmuş hissetmiyoruz.
Çünkü hiçbir şeyin kök salmasına izin vermiyoruz.
Yavaşlamayı, düşünmeyi, beklemeyi yeniden öğrenmemiz gerekiyor.
Tüketmek kolay, ama yaşatmak emek ister. Bu emeği gösterebilirsek, belki de gerçek değişim o zaman mümkün olur.