Adem ile Havva’dan başka hiç kimsenin olmadığı zamanlarda iki çocuğa ait bir olay meydana gelir. Bu olayın başrolleri Habil ile Kabildir.

Bir gün Hz. Adem, çocukları Habil ile Kabil’den Allaha kurban takdim etmelerini ister. Habil ve Kabil de babalarına “Allaha kurban taktim etmek ne demek?” diye sorar. Hz Adem de, Allah’a şükretmenin ifadesidir dedi. Allah kurbanınızı kabul ederse gökten bir ateş inip onu yakacaktır. Bu işaret Allah’ın kurbanı kabul ettiğinin işaretidir dedi.

Kardeşler olayı kavradılar. Ve sonunda şükür bayramı geldi. Kabil zengindi, ama cömert değildi. Allah’a neyi taktim edeceğini düşünüyordu. Koç ve kuzularını kurban etmeye yanaşmıyordu. Küflenmiş ve zayıf buğdayları kurban vermeyi düşünüyordu.

Habil ise fakir olmasına rağmen cömertti. İki koçtan başka bir şeyi yoktu. Biri semizdi diğeri de daha cılızdı. Gösterişli ve dolgun olan koçu kurban etmeye karar verdi. Kabil ve Habil dağın tepesine çıkıp adaklarını bıraktılar. Habil koçunu, kabil ise kuruyup ufalanmış eski buğdaylarından bıraktı. Dağdan indiler ve dağın eteğinde olacakları görmek için beklemeye başladılar. Gökten bir ateş inip Habil’in kurbanını yaktı. Kabilin adağı ise orada kaldı ve ona hiçbir şey olmadı.

Habil’in kurbanı olayın üzerinden 4 bin yıl geçtikten sonra Hz. İbrahim oğlu İsmahil’i kurban ederken gökten inen koç oldu.

Kabil Allah’ın kardeşini kendisinden daha çok sevdiğini anladı. Allah’ın kardeşinden gelen hediyeyi kabul ettiğini ama kendisininkini kabul etmediğini gördü. Bu durum karşısında Kabil pişman olup karakterini düzeltmek yerine kalbini Habil’e karşı öfkeyle doldurdu ve Kuran’ın Maide süresinde ikisinin arsında geçen diyalog da Kabil, “Andolsun ki ben seni öldüreceğim”.  Habil, “Sen beni öldürürsen, ben sana karşılık verip de senin gibi olmam. Ben Alemlerin rabbi olan Allah'tan korkarım. Sen benim günahımı da yüklenip cehennem ehlinden olacaksın. Zalimlerin cezası işte budur” dedi.

Kabil, kardeşi Habil’i bir gece yalnız uyurken öldürür ve cesedini kucağına alıp bir dağın başına götürür. Kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini düşünürken, gökyüzünden ağzında ölü bir kargayı taşıyan bir karganın geldiğini gördü. Karga ölü kardeşini yere bıraktı, gagası ve ayaklarıyla yeri eşeleyip ona bir çukur kazdı ve kardeşini incitmeden onu mezara yerleştirdi ve sonra üzerine toprak attı.

Kabil Allah’ın ona bu kuşu göndererek iki ayrı ders alması gerektiğini anlamıştı. Kabil kardeşini öldürmüş ama onu gömmekten acizdi. Eğer karga olmasıydı o soğuk cesedi nasıl gömeceğini bilemezdi. Kabil kendi kendine konuşarak, “Ben kardeşimi öldürdüm, karga ise kardeşini öldürmedi. Ben kardeşimi gömmeyi bilmiyordum ama o kardeşini gömmeyi biliyordu” Kabil, aldığı ilk dersin bu olduğunu anladı ve karganın iyilik ve akıllılık terazisinde ondan daha üstün olduğunu gördü. Oysa kendisi yeryüzünün yaratılmış en akıllı varlığıydı.

Kabil kardeşi için bir çukur kazdı ve onu oraya gömdü. Daha sonra kardeşi Habil’i ve kesik kesik ağlayan kargayı düşünüp pişman oldu. Kabil yüzü simsiyah kalbi korku ve dehşetle dolu olduğu halde oradan ayrıldı. Kardeşini o dağın başına gömüp gittiği için ömür boyunca vicdanı paramparçaydı. Pişmanlık onun her gün yiyeceği acı bir ekmek olarak kaderiydi artık. Fakat buna rağmen Kabil yaptığı şeyden dolayı Allah’tan korkmamıştı ve tövbe etmemişti. Sadece kardeşini öldürdüğü için duyduğu pişmanlık da ona hiçbir fayda vermemişti.

Bu olay yaşandığı sırada Hz. Adem bütün oğullarını Kabil'e emanet etmiş ve başka bir yere gitmişti. Dönüşünde yaşananları duyunca çok üzüldü ve Kabil'e lânet-beddua etti. Bunun üzerine Kabil babasının yanından uzaklaştı, Yemen taraflarına giderek ölünceye kadar oralarda kaldı.