Gelecekte tarih yeniden yazılırken 11 Temmuz 2025 cuma gününü, silahları törensel bir vakarla yakmayı özel bir gün olarak yazacak tabii ki. Sonra da ertesi günü olan 12 Temmuz cumartesi günkü Cumhurbaşkanının konuşmasındaki vurguları bu anlamlı güne ekleyecek elbette…

Hani hep “barış da barış” denilerek dillere pelesenk ediliyor ya! Barışın altyapısının örüntüsü, kültürü olması gerekir. Nasıl ki evinizin balkonunda hem sizin içiniz şenlensin, hem de gören başka gözlerin içi ferahlasın diye saksı çiçeği özenle bakılıp yeşertiliyorsa, barış da bu şekilde ihtimam ister.
Ez cümle “Barış” ya da “Aşîtî” dediğimiz, “hemen şimdi” bugünden yarına hallolması mümkün bir şey değil. Barış dediğimiz hem öğretilmesi hem de öğrenilmesi gereken, adım adım sükunetle örülecek bir süreçtir. Çünkü bir daha savaşa yelteninmesin diye!
Hakikat zırhına bürünmüş insanlık suçu kategorisindeki büyük katliamlar, ne kadar paklanmaya çabalanırsa çabalansın çıplak hakikatin bedenine çarpıp faş oluyor. Bunu evet deneyimleyerek öğrenmiş olduk artık.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşmasında “Beyaz toroslar, faili meçhuller, Diyarbakır cezaevi, çocuğu ile Kürtçe konuşamayan baba”dan söz ederek yürünecek yola AK Parti ve MHP’nin yanına DEM’i de kattı ya! Bir önceki paragraf buna dibacedir…
Yetinmeyip konuşmasında dine ve bayrağa dayalı “kardeşliği” de işledi. Hemen gereği yapılarak Diyarbakır sur burçları ve esnaf bayraklarla donatıldı. Sanırım toplumlar açısından anlamı ruhi şekillenmede önemi, kıymetli bayrakları bu denli yormamalı.
Çoğu kişinin adını dahi unuttuğu bir kitabın adıdır “Bir yeni Cumhuriyet için”. İşte Erdoğan buna işaret etti sanki tarihi konuşmasında! Türkün ve Kürdün adını telaffuz ederken hemen yanına Arabı da eklemesi bu yeni düzenin sadece Türkiye değil, Ortadoğu eksenli bir hesap olduğunun da altı çizilesi bir nokta olduğuydu.
Türkiye’de Kürdün dışında etnik kimliğinin yok sayılması üzerinden cumhuriyet boyunca hak talebinde bulunan başka bir etnik kimlik mi var. Hele Arap halkının! Bu çok bilinen eski ifadeyle yine bir kitap adı olan “Osmanlı’ya dair hikâyat”ın ta kendisi.
Bir yanda biten tükenen hilafet artığı Osmanlı’nın külleri üzerinde tekçi bir cumhuriyet kuran “CHP devlet partisi”. Öbür yanda onu, yani CHP’yi artık sahneden silmeye niyetlenen “yeni bir devlet partisi”…
Karşıtının kurucu ideolojik yapı döneminde (1925-45 arası) hak ve talepkarlık eksenli isteklerini “isyan” sayıp Kürde yönelik zulmünün şaha kalktığını defalarca dile getirirken! İdeolojisinin kendi döneminde (1950 ve sonrası) yapılanları ise mahcup ve kısmen tedirgin ama “onaracağına” da şeklen ve ruhen henüz karar verememiş üslupla davranan bir yapı.
CHP’li tekçi devlet partili dönemin; 1925 Şeyh Said kıyamından başlayıp 1938 Dersim’e varıncaya kadar! 1943’te Van Özalp’ta 33 yoksul Kürt köylüsünün infaz edildiği Sefo deresinin hâla yasak bölge vasfının kaldırılmadığını bilerek ve unutmayarak.

1950’lerden bugüne kadar da bütün olan biteni (dökümüne sayfalar kifayet etmez) unutmadan; evet bütün diri hafızanın üzerine bina edilmeye çabalanan bir barıştan söz edilmesi gerektiğini unutmayarak.
Sonuçta silahları yakma törenine katılan bir dostun ifadesiyle “Bir taraf umut, öbür taraf hüzün”. Hepsi bu işte…
Son cümlem; Cesur insanların fedakarlıkları, haksız bir savaşın muktedir gururu ile tarif edilmeye yeltenmekle anlaşılmıyor maalesef!