Geçmişin gölgesinde yaşamaktan yorgun düşmüş bir şehir var bu ülkede.

Bu şehrin adı Diyarbakır.
Yıllardır taşla, tozla, yasla yoğrulan bu kadim topraklar şimdi ilk kez nefes almak istiyor.
Barışın rüzgarı surlara çarpıyor, çocukların oyunlarına karışıyor, esnafın yüzüne umut serpiştiriyor. Ama sadece barışa yaklaşmak yetmez; onun içinden geçmek, onunla yürümek, onu korumak gerek.
Geçen hafta turizm temsilcileriyle konuştuk.
“Yabancı turist yeniden gelmeye başladı” dediler.
DİSKİ Genel Müdürü Mehmet Şerifoğlu, pH değeri 8.1 olan Diyarbakır suyunu dijital sistemlerle korumaya yönelik çalışmalarını anlattı.
Bugünkü manşetimizde Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamuran Eronat, sağlık turizminde yakalanan ivmeden bahsetti.
Evet, taşlar yerinden oynamaya başladı. Ama bir şehri sadece altyapıyla değil, ruhuyla da iyileştirmek gerekir.
Unutmayalım: Bu şehir sadece son 40 yılın değil, yüz yıllık bir kırılmanın taşıyıcısıdır.
Birçokları için "barış", gazetelerdeki bir başlık ya da müzakere masasının protokolüdür.
Ama Diyarbakır için barış, toprağa düşmüş 100 bin insanın suskun hatırasıdır.
Ekilmemiş topraktır bu barış; taşınmamış sudur, kurulmamış fabrikadır, açılmamış sınır kapısıdır.
Yani burada barış soyut değil, somuttur.
Bugün Türkiye'de teşviklerin %60’ı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi gelişmiş bölgelere gidiyor.
Güneydoğu'nun, bu ülkenin yükünü yıllarca tek başına taşıyan bu bölgenin aldığı pay %10’un bile altında.
Adalet buysa, yeniden tarif edilmelidir.
GAP projesinde enerji yatırımları %99’a ulaşmışken, sulama hâlâ %17’lerde.
Çünkü güvenlik hâlâ birincil öncelik. Oysa barış gelmişse, bu öncelikler değişmeli artık.
Ama sadece yatırımlar değil, veriler de konuşuyor.
Türkiye'nin sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasında Diyarbakır, 81 il arasında en alt 20'lik dilimde yer alıyor.
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) verilerine göre kişi başına düşen gelirde Doğu ve Güneydoğu illeri, Türkiye ortalamasının çok altında seyrediyor.
Yani barış sadece bir duygu değil, ekonomik bir ihtiyaçtır bu topraklarda.
TÜİK’in son üç yılın yaşam memnuniyeti araştırmalarında Diyarbakır, “en mutsuz şehir” unvanını taşıyor.
Ve bu, yalnızca bir istatistik değil; her sabah işsizliğe uyanan gencin, toprağını sulayamayan çiftçinin, her gün dükkanını siftahsız kapatan esnafın gerçeği.
Barış, bu gerçekleri değiştirebildiği sürece gerçek olur.
Örgütün kendini feshettiğini ilan ettiği bu dönemde, önümüzde duran ilk soruya bakalım:
Silahlar sustu.
Peki ya sonra?
Bu insanlar nereye gidecek?
Nasıl entegre olacak?
Sivil toplum, medya, ekonomi, eğitim… Bu alanlara nasıl dahil edilecekler?
Cevap çok basit değil ama çok nettir:
Gerçek barış, düşmanı yok ederek değil; onunla birlikte yaşamayı öğrenerek kurulur.
Kolay mı? Değil.
Ama mümkün.
Dünya örnekleri ortada:
Güney Afrika’da beyazlar ve siyahlar apartheid sonrası birlikte anayasa yazdı.
Kolombiya’da FARC militanları tarım kooperatiflerinde iş buldu.
Barış masa başında değil, tarlada, fabrikada, okulda yeşerdi.
Bugün Nusaybin kapısı kapalı.
Suriye’nin kuzeyiyle ticaret yok.
Irak Kürdistan Bölgesi ile ilişkiler, güvenlik bahanesiyle sınırlandırılıyor.
Oysa 15 yıl önce “beka sorunu” denilen Barzani yönetimiyle bugün 15 milyar dolarlık ticaret yapılıyor.
Peki neden aynı açılım Suriye Kürtlerine yapılamıyor?
Bu ikircikli duruş, sadece sınırları değil, barışı da tıkıyor.
Unutmayalım: Diyarbakır yalnızca bir şehir değil, Ortadoğu'yla, Kürt dünyasıyla Türkiye arasında köprü olan bir merkezdir.
Onu yalnızlaştırmak, bu bağı koparmaktır.
Eğer barış gerçekse, bu bölge cazibe merkezi ilan edilmelidir.
Onarıcı adalet sadece mahkeme salonlarında değil, sokakta, pazarda, tarlada hayat bulur.
Gençlere iş, çiftçiye su, esnafa pazar sağlanmalıdır.
Kamu-özel ortaklıklarıyla sanayi yatırımları desteklenmelidir.
Unutmayalım:
Bugün bu bölgede, ciddi iş sağlayan ne bir kamu yatırımı ne özel sektör fabrikası var.
Gençler göç ediyor.
Sermaye kaçıyor.
Ve biz hâlâ “neden gelişemiyoruz” diye soruyoruz.
Çünkü yıllarca süren çatışma ve güvenlik politikaları, bu bölgenin gelişmesini değil, geri kalmasını sağladı.
Örgüt silah bıraktı diye her şeyin kendiliğinde düzeleceğini sanmak, büyük bir hayal.
Barışa yatırım yapılmazsa, umutlar yine kırılır.
Ve bu kez kırılan sadece bir süreç değil, bir halkın son inancı olur.
Diyarbakır artık çatışmayla anılmak istemiyor.
Tarihiyle, kültürüyle, insanıyla büyük bir potansiyel taşıyor.
Ama bu potansiyel sadece umutla değil, planla; sadece sözle değil, yatırımla gerçeğe dönüşebilir.
Barış, sadece silahların susması değildir.
Barış, hayatın yeniden başlamasıdır.
Yoksa bu süreç de diğerleri gibi, tarih kitaplarının unutulmuş başlıkları arasında kaybolur gider.
Bu kez öyle olmamalı.
Bu kez gerçekten yürümeliyiz.