Bazı anlar vardır, tek bir sözcük bile söylenmez ama herkes her şeyi anlar. İşte Vatikan’da, Sistina Şapeli’nin bacasından yükselen o duman, böylesi anların başında gelir. Ne bir zil çalar, ne bir duyuru yapılır, ne de kalabalık konuşur…
Sadece gözler göğe çevrilir.
Siyah mı?
Beyaz mı? Sorusu işgal eder dünyayı.
O an, zaman biraz gerilir kendince. Dışarıdaki dünya dönmeye devam etse de meydandaki her şey donar. Buz tutar her taraf adeta. Herkesin zihninden aynı düşünce geçer.
Seçebildiler mi? Bir Papa var mı artık?
Cevabı tek bir duman verecektir.
Ne kadar sade ise, bir o kadar da karmaşık aslında.
Duman orada yalnızca yanık kağıtların değil, yüzyılların geleneğinin, bekleyişin, umudun ve bazen hayal kırıklığının da dilsiz sembolüdür. O ince çizgi, gökyüzüne yükselirken milyonlarca insanın kalbinde bir ağırlık ya da hafiflik bırakır. Sonucun tahminine göre değişir. Bu tahmin kimin olacağına dair değildir. Ne kadar zamanda içinde bir ‘Papaya’ sahip olunacağının tahmin ağırlığıdır.
Siyah duman çıktığında zaman durur sanki. Şapelin taş duvarları arasında yankılanan sessizlik, karar verilemeyen bir dünyanın yansıması gibidir. Belirsizliğin dumanı, gökyüzünü örter. Sadece Vatikan’ın değil, bu inanca bağlı yüreklerin de üstüne çöker. Herkes bilir ki, henüz bir Papa yoktur. Henüz bir isim çıkmamıştır o kutsal oylamalardan.
Bu durumun ne kadar süreceğine dışarıdaki kimseler karar veremez.
İçeride, teknoloji ile, başka bir ses ile, herhangi birinin nefesi ile, medya ile, neredeyse hava ile su ile ilişiğini kesmiş ‘alimler’ karar verecektir bu belirsizliğin sonlanmasına.
Kimsenin lehine ya da aleyhine yönelik bir kulis yoktur. Kimse kişisel bir ikbal peşinde değildir. Sadece, Hristiyan Alemi’nin varlığı ve geleceği önemlidir. Karar bu yönde verilecektir. O yüzden acelesi yoktur ve ince elenip sık dokunulacaktır.
Ama bir gün, ansızın beyaz bir duman belirir. Önce bir buğu gibi, sonra kararlı bir çizgiyle yükselir Roma’nın yetim gökyüzüne. Sessiz kalabalık nefesini tutar. O anda kimse “neden bir duman?” diye sormaz. Çünkü o duman, yalnızca bir seçim sonucu değildir.
Bir çağrıdır.
Bir karardır.
Bir duadır.
Duman konuşmaz ama her dilden anlaşılır. O beyazlıkta, geçmişin yükü, geleceğin umudu saklıdır.
Bir bacadan çıkan o zarif işaret, bazen koca bir çağın başlangıcı olur. Oysa gerçekte sadece yakılmış oy pusulalarının külleridir. Ve yine de, insanlığın en eski
taleplerinden ve alışkanlıklarından olan, bir yol göstericiye ihtiyaç, o dumanla vücut bulur.
İlk başta ince bir sis gibi belirir ve sonrasında belirginleşir. Sonra da gökyüzüne bir sevinç çığlığı gibi yapışıp durur.
Milyarca kalabalık bir anlığına susar önce.
Sonra bir uğultu başlar.
Ve sonra da alkış ve gözyaşı.
İnsanlar birbirine sarılır, çanlar çalmaya başlar. Herkesin beklediği, o iki kelimelik cümle birazdan duyurulacaktır.
“Habemus Papam! Bir Papamız var!”
Bu görkemli an, sadece yakılmış birkaç kağıdın küllerinden doğar. Ama o kül, yalnızca bir fiziksel dönüşüm değildir. Bir çağın başlama işaretidir.
O duman, yalnızca seçim değil, yön, umut ve dua demektir.
Her yeni papa, yalnızca bir lider değil, bir sembol, bir ağırlık ve bir yolculuktur.
Bir yol gösterici ve tartışılmaz bir liderdir.
Duman konuşamaz ama her dilden anlaşılır. Ne teknoloji, ne de medya bu kadar sade bir işaretin yerini alabilir. Belki de bu yüzden, çağ ne kadar modernleşirse modernleşsin, insanlar hâlâ bir bacaya bakar.
Çünkü bazı şeyler değişmez.
Çünkü insan, göğe bakan bir varlıktır.
Hatta, durakları vardır göğün.
Ve o bacadan çıkan duman, göğe yazılmış bir duadır. Kimi zaman bir bekleyişin sabrı, kimi zaman bir seçimin müjdesi.
Ama her zaman, inancın sessiz ama derin bir çağrısıdır.
Sistina Şapeli’nden yükselen duman, ne sadece bir gelenektir ne de sadece bir haberdir. O, insanın gökyüzüne uzanan sessiz duasıdır. Sözcüksüz ama anlam dolu.
Herkesin sustuğu ama her kalbin konuştuğu o anın ta kendisidir.