Bir şehir düşünün... 12 bin yıl boyunca ayakta kalmış, 33 medeniyete ev sahipliği yapmış, her taşı, her sokağı bir hikâye anlatan kadim bir şehir. Evet, Diyarbakır’dan söz ediyorum.

Tarihi surları, Hevsel Bahçeleri, Zerzevan’ı, Ulu Camii, İçkale, Ongözlü Köprü’süyle hem kültürel hem de mimari açıdan bir açık hava müzesi niteliğinde. Fakat ne yazık ki bu eşsiz tarihi mirasın temsil edileceği bir kent müzesi hâlâ yok.
Diyarbakır’da yapılan arkeolojik kazılarla bugüne kadar 30 bini aşkın kültürel ve arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı. Bu, sıradan bir rakam değil; bölgenin ne denli zengin bir tarihe sahip olduğunun en somut kanıtı.
Ancak ne acıdır ki, bu eserlerin yalnızca %5 ila %10’u sergilenebiliyor, geriye kalanları ise yıllardır müze depolarında kaderine terk edilmiş durumda. Sergi salonlarının yetersizliği, bu eserleri kamuoyundan ve turistlerden uzak tutuyor.
Bir yandan milyonlarca lira harcanarak kent tanıtım projeleri hazırlanıyor, turizm hedefleri açıklanıyor; öte yandan o projelerin en değerli temelleri olan tarihi eserler gün yüzüne çıkarılıyor ama kimse göremiyor!
Bu çelişki artık sürdürülebilir değil.
Komşu il Gaziantep, müzecilikte örnek alınacak bir şehir. Zeugma Mozaik Müzesi dünya çapında bilinirken, Oyuncak Müzesi, Milli Mücadele Müzesi, hatta Hayvan Müzesi gibi çeşitli konseptlerde müzelerle turizmi çeşitlendirmeyi başarıyor.
Üstelik bu müzelerde dijital anlatım teknikleri, yapay zekâ ve etkileşimli sunumlar sayesinde ziyaretçilere çağdaş bir deneyim yaşatılıyor.
Diyarbakır’da ise yalnızca Ahmed Arif ve Cahit Sıtkı Tarancı gibi kıymetli şairlerimize ait küçük müzeler var. Oysa burası, Mezopotamya’nın kalbinde yer alan ve 12 bin yıllık geçmişiyle tüm dünyaya seslenebilecek potansiyele sahip bir şehir.
Kent müzeleri, yalnızca tarihi anlatmaz; bir halkın ortak hafızasını ve kimliğini temsil eder.
Bir turist bir şehre geldiğinde önce o şehrin hikâyesini duymak ister. Bu yüzden kent müzesi, turistik gezinin ilk durağı olmalıdır. Kentin belleğiyle tanışan ziyaretçi, sonrasında camilerini, hanlarını, sokaklarını farklı bir bilinçle gezer.
Ama şu an Diyarbakır’da bu bağ kopuk.
Eser çok, ama anlatan yok!
Hikâye büyük, ama anlatılacak bir sahne yok!
Ne yapılmalı?
Diyarbakır’a yakışan, çağdaş ve kapsamlı bir kent müzesi acilen inşa edilmelidir.
Mevcut müze alanları genişletilmeli, envanterdeki 30 bini aşkın eserin büyük bölümü halka ve ziyaretçilere sunulmalıdır.
Müzede artırılmış gerçeklik, interaktif dijital panolar, sesli rehber sistemleri gibi çağdaş müzecilik uygulamaları kullanılmalıdır.
Bu müze, Surlar, Hevsel Bahçeleri, Ongözlü Köprü gibi tarihi yapılarla entegre çalışmalı; hem yerli hem yabancı turist için kapsamlı bir kültürel rota sunmalıdır.
Kentin edebiyat, müzik ve sözlü kültür mirası — Dengbêjlik geleneği, Cahit Sıtkı ve Ahmed Arif gibi isimler — bu müzede özgün bir anlatım diliyle yer almalıdır.
Diyarbakır, tarihiyle sadece geçmişi değil, bugünü ve yarını da şekillendirebilecek bir şehir. Ama bu potansiyel, sessiz depolarda unutulmuş binlerce eserle birlikte boşa harcanıyor.
Bu sessizliği bozmanın, bu mirasa sahip çıkmanın tam zamanı.
Diyarbakır’a kent müzesi yakışır. Hem de fazlasıyla.