Aslında bugün pek yazmak istemiyordum.

Açlıktan kıvransa bile bunlara tepki gösteremeyen, gösterdiğinde de sahte, uydurulan suçlamalarla sindirilmiş halkımız geliyor aklıma...

Geçmesek bile parasını ödediğimiz maliyeti yüksek *vurgun* köprüleri, oto yollar, tüp geçitler ve iflas ettirilen tarım, dışarıdan alınan samanlar, hayvancılık, gözümüzün nuru satılan şeker fabrikalarımız geliyor aklıma.

Üstelik kurdukları bir tek fabrika bile yok iken; Yabancıların her türlü; tohumdan, diş macununa, deterjanından, arabasına kadar; sömürenler rahat etsin diye değiştirilen gümrük kanunları geliyor aklıma;

Nasıl olsa üç gün sonra unutulur anlayışı,

İnsan aklıyla alay etme cesareti mi saygısızlığımı desem…

Daha neler geliyor, neler aklıma...

Hani bir anonim türkü var ya, şöyle başlıyor;

Kundurama kum doldu,

Atmaya kürek gerek

Nazlı yârin yanında

Yatmaya yürek gerek.

Bütün olan bitenleri yazmaya

Biz de nerede o yürek!

&

Öte yakada;

Muhalefetin de iktidarı almak için bir zerre olsun hevesi yok.

Ülke iyi yönetilemiyor, ancak daha enteresanı kimsenin yönetimi devralmak gibi bir çabası da yok.

Ancak iktidarı seçime zorlamak gibi de bir çabası var.

Anlayana aşk olsun.

&

Böyle düşüne dururken, değerli hemşerim, ağabeyim üstat Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu sözleri aklıma düştü.

Efkâr ettiğimiz şey, memleketin halıdır. Sanmam hemşerim sanmam bundan acısı olsun.

İşte biz aslında buyuz.

Evet, gerçekten bizleri üzen ekmeğimizin eksikliği, paramızın yetmezliği değil efkârımız yani memleketin halidir. Bizim isteğimiz memleketimizin müreffeh olması ve insanları özgürce, mutlu, gönlü rahat yaşamasıdır. Yüzü tebessüm içinde yastığa baş koymasıdır.

Biz kahrını çekeriz memleketimizin, yeter ki bizi kahretmesinler.

&

Yalnız bunu mu demiş üstat Cahit Sıtkı Tarancı,

Tabi ki hayır.

İşte bir ikisi daha;

“Bilmek yanmakmış büsbütün.”

Gerçekten de öğrendikçe yurdumu ve yurdum insanının durumunu, yanıyor insanın büsbütün yüreği.

Hani büyük ozan Tevfik Fikret diyor ya;

Sen zanneder misin ki benim hep elemlerim?

Heyhât! Ben nevâib-i eyyâmı inlerim!

İşte bu beyitin sonuna da imzamı atarak, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir sözünü daha bu satırlarda yad etmek istiyorum.

Üstat diyor ki

“Acısı acımdan derin.”

Gerçekten de memleketimin acısı, kendi derdimin acısından çok daha büyük geliyor bana.

&

Son zamanlarda moda değimiyle gerek yazılı ve görsel basında gerekse sosyal medyada Diyarbekir Surları konu edilerek Çin Seddi ile kıyaslama gibi yanlış bir yol tutuluyor.

Biri SUR,

Biri SET.

Bu kadar Basit.

Özetle elma ile armut kıyaslanıyor.

Yanlış.

Çin'deki "SET"tir.

Diyarbekirdeki "SUR"dur.

Diyarbekir Surlarını setlerle kıyaslamayalım.

Diyarbekir Surları gerek uzunluk gerekse yükseklik bakımından dünyada tektir.

Eşi benzeri yoktur.

Nokta

&

Kirveme de bir iki laf edip yazımı sonlandırayım.

Kirveme öğütler;

Kirvem; dolar, altın, borsa, faiz dördü birden yükseliyor.

Bu gidiş Afrika’dan bir atasözünü akla getiriyor.

“Aslan, kaplan, ceylan ve zebra aynı anda koşuyorsa, o zaman orman yanıyordur.”

&

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

2021 yılı DİYARBEKİR YILI olsun

Geleceğimizi çalmayın.

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

Sur içi DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ haline getirilsin.

Şehrin eski adlarından biri, SUR İÇİNE VERİLSİN.

Eski stadyumun yeri ŞEHRİN, ÖZGÜRLÜK MEYDANI olsun.

Daha da önemlisi,

Sur içinde, yakılıp yıkılan bölgelerde evler, aslına uygun ve Diyarbekir evlerine yakışır bir biçimde yapılsın.

Ve sevgili meslektaşlarım, dernek yöneticileri, STK Yöneticileri; Zerzevan Kalesi, Çayönü, Mitras Tapınağı, Kortik Tepe, Hilar Mağaralarını ve Bırkleyn Mağaralarını koruyalım, gün yüzüne çıkaranları sahiplenelim.