Basın üzerinden sansürün kaldırılışı nedeniyle halk arasında son dönemlerde sıkça kullanılan ‘basın kalmamıştır’ sözünü başlık olarak kullanıp günün anlamına ilişkin bir yazı kaleme almak istiyorum.

Aslında ‘basın kalmamıştır’ sözü ile sansürün başka bir biçimi kast edilerek kullanılmaktadır. Bu söz ile anlatılmak istenen gerçekleri yazacak bir gazete ve gerçekleri yazacak bir gazeteci kalmamıştır, demek istenmektedir. Peki ama hangi gerçekler yazılamamaktadır. Elbette söz konusu gerçekler,  iktidarın faaliyetlerinin olumsuz tarafının yazılamaması veya sözel olarak dile getirilememesi bahis konusu edilmek istenmektedir.

Demokrasinin temel kurumlarından biri olarak basın felsefi duruşu ile siyasal iktidarları eleştiri fonksiyonu yerine getirilerek var olagelmiştir. Başka bir ifadeyle basının varlık sebebi eleştiri yapabilmesidir ki, bu yönüyle demokrasinin kök salmasında, düşünce özgürlüğünün gelişiminde ve insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılmasında hizmet eder.

Türkiye’de basın 24 Temmuz 1908’den günümüze kadar, klasik olarak demokratik kurum ve kuruluşlarının gelişmesinde sansür ile mücadelesini sürmüştür. Yani bir bakıma sansürle mücadele demokrasinin yerleşmesi anlamına gelir. 24 Temmuz 1908’de Osmanlı’nın payitahtı olan İstanbul’da yayın yapan gazeteler ilk defa sansür için gelen hükümet memurlarını gazete binalarına almadılar, tabiri caizse onları kovmuş oldu.  Bu tarihten sonra Osmanlı sınırları dahilinde basın alanında nicel anlamda bir çoğulculuk da yaşanmış oldu ki zamanla bunun etkisiyle Anadolu Basını diye bir kavram da gelişti. Farklı bir söylemle Anadolu’da gazete sayısında bir arış söz konusu oldu.

Türkiye’de basın tarihine bakılırsa, zamanla basın üzerine siyasal iktidarların başka başka biçimlerde sansür uyguladıkları görülmektedir. Adeta her iktidar biçiminin kendine has bir sansür anlayışı olmuştur. Tek Parti döneminde yani CHP’nin tekcil iktidarı dönemi, basın çok ‘kurak’ bir dönem yaşamıştır. 1950-60 döneminde Demokrat Partinin iktidar olduğu dönemde basın alanında özgürlükler geliştirildi, ancak bir süre sonra baskılar başladı. Besleme Basın ve Muhalif Basın daha net bir biçimde bu dönemde ortaya çıktı.Bu dönemden sonra artık Türkiye’de basın bu iki hat üzerinde gelişim gösterecekti. Tabi besleme basın kavramı basının prestijinin zarar görmesine yol açtı.

1990’larda Türkiye’de basın alanında yeni bir nefes ortaya çıktı: Kürt Basını.Tabi 1990’lardan önce de Kürt Basını farklı biçimlerde hep var olmuştur elbette. Kürt Basını kavramı genel olarak Türkçe-Kürtçe yayın yapan gazete ve dergileri kapsamaktaydı. Kısa sürede gelişim gösteren Kürt Basınına karşı devlet aklı pek tahammülkar davranmadı. Türkiye’de basın tarihinde Kürt basınına karşı akıl almaz basın şekilleri uygulandı. Baskılar arttıkça Kürt basını kitlesel basın rolünü oynamadı, daha çok ideolojik bir niteliğe büründü. Sonuçta açıkça söylemek gerekirse, ‘yasadışı örgütlerin faaliyetlerini öven’ gazete ve dergiler gerçeği ortaya çıktı.

Kürt basını da kendi dışındaki basına ‘Boyalı Basın’ demeye başladı. Boyalı basın ile dönemin Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah gibi halk üzerinde etkili olan kast ediliyordu.

Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu süreç, neticede basının itibar kaybı yaşamasına tanıklık etti. Başka bir ifadeyle hem önemli gazeteler hem de saygın gazeteciler değer kaybı yaşadı.

Yerelde Basına Değer Verelim

Yukarıda çizmeye çalıştığımız genel çerçeve ile bugüne baktığımız zaman günün basınının durumu hiç de iç açıcı değildir. Muhalefet günümüz basının önemli bir kısmı için ‘Yandaş Basın’ kavramını üretti ve onu kullanıyor. Yandaş Basın kavramı iktidara yandaş ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Halbuki bugün muhalefet partilerini hiç eleştirmeyen veya çok az eleştiren bir basın da vardır. Peki bu basın kime yandaş acaba? Sorusunu da sormakta yarar vardır.Yani her iktidara muhalefet bir basın tarafsız olmaz anlamına gelmez.

Bize göre ise basın, basın olmalıdır. Ne bağdaşı, ne yandaşı ne dün olduğu gibi beslemesi olmamalıdır. Basın halktan yana taraf olarak muhalefete karşı da, iktidara karşı da onların yanlış politikalarına eleştirel duruşunu muhafaza etmelidir. Bunu yapabilirse hem güç olur, hem hakkettiği itibarı sahipler.

Bunun için yerelden başlanmalı. Lokal olarak basın ve mensuplarına ilin valisi, ilçe kaymakamları, belediye başkanları ve siyasi partilerin milletvekilleri ve il başkanları, STK kuruluşlarının temsilcileri de dahil olmak üzere gereken değer verilmelidir. Gazeteci farkı gözetmeksizin, yani senin gazetecin-benim gazetecim ayrımı yapılmadan basın mensuplarına saygınca yaklaşılmalıdır. Bunun için Mardin öncülük yapabilir. Buyurun buradan başlanabilir mesela. Bunlar yapılırsa ‘Basın Kalmamıştır’ algısı ters yüz edilecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle bütün gazeteci meslektaşlarımın sansürün kaldırılışı nedeniyle bir bayram havasında kutlanan 24 Temmuz Günlerini kutluyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum.