Türkiye eski başbakanlarından Mesut Yılmaz, 30 Ekim 2020’de hayata veda etti. Yılmaz’ın başbakanlık yaptığı dönemde Türkiye birçok açıdan kritik badirelerden geçti. Kuşkusuz bunlardan ikisi çok önemlidir:

1-Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Ölümü

2-PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesi

Bu ve buna benzer önemli olaylarla ilgili kamuoyu Mesut Yılmaz’ın görüşlerini tam anlamıyla bilmiyor veya bildiklerini öğrenmek istiyordu. Ama Sayın Yılmaz, çok ketum davranan bir politikacı olarak davrandı ve eğer hatıralarını birilerine yazdırmamışsa birçok sır mezara gitmiş oldu. Tabi bu gibi olaylarla ilgili dönemin yetkili ve en tepedeki politikacıların bildiklerini anlatmaları Türkiye’nin yakın tarihinin aydınlatılması açısından çok önemlidir.

Kısaca Yılmaz’ı tanıyalım.

Ömrünün son yıllarında kansere yakalanmış olan eski başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, Rize’nin Çayeli ilçesi Çataldere köyünden, fakat 6 Kasım 1947’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ve Mülkiye’nin ardından Köln Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. 1976’da Berna Hanım’la tanışarak evlendi. Mesut Yılmaz (73), 1983’te demokrasiye dönüşle tek başına iktidar olan Anavatan Partisi’nin (ANAP) kurucularındandı. Merhum Turgut Özal başkanlığındaki ANAP hükümetlerinde Hükümet Sözcülüğü, Devlet, Kültür-Turizm ve Dışişleri Bakanlıkları yaptı. 23 Haziran 1991 ile 11 Ocak 1999 arasında üç kez başbakan oldu. Yılmaz, 2007’de Rize’den bağımsız milletvekili seçilerek siyasete dönmek istedi. Rize’den tek başına Meclis’e gelen Yılmaz, 2009’da ANAP ile DYP’nin birleşmeleri sonucu kurulan Demokrat Parti’ye geçti. Hareketten 2011’de ayrıldı. Almanya’da üniversitelerde siyaset dersi verdi ve düşünce kuruluşlarında konferanslara katıldı.

Yaşamından Mesut Yılmaz’ın akademisyenlik de yaptığı ve sivil toplum kuruluşları ile bağlarının kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır.

Politika arenasında yolu Turgut Özal ile kesişecekti. Özal, Mesut Yılmaz ve onun gibi birçok yeni ismi siyasete kazandırmıştı. Fakat Sayın Özal ile son yıllarında bazı konularda görüş ayrılıkları yaşadığı hatırlardadır. Örneğin Kürt Sorunu ile ilgili Mesut Yılmaz, kendisine siyasette yer açan Genel Başkanı Turgut Özal ile aynı fikirleri paylaşmıyordu. Kürt Meselesi ile ilgili olarak Sayın Özal daha çok Adnan Kahveci ile paralel düşünüyordu ancak ne yazık ki her ikisinin “şüpheli” bir şekilde ölmeleri bazı çevrelere göre Türkiye için bir kayıp sayılmaktadır. Sonraki süreçte ülke gereksiz yere şiddet sarmalına girdi ve bu süreç bugün de devam ediyor.

Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği dönemde başbakan yardımcısıydı Mesut Yılmaz. Hiç unutmuyorum, Öcalan’ın ülke ülke kaçıyor, tabiri caizse buna karşın kovalamacalar da devam ediyordu. O sıralarda Mesut Yılmaz, katıldığı bir TV programında şu cümleyi kullanmıştı:

“Ensesindeyiz”

Evet, Türk İstihbaratı Öcalan’ı takip ediyordu, peki ama sadece Türk istihbaratı mı? Hayır, CİA bir yana MOSSAD öbür yana Öcalan’ı izliyordu. Sonunda Abdullah Öcalan, Kenya’nın Nairobi kentinde derdest edilerek Türkiye’ye teslim edilmişti. Dönemin Başbakanı Rahmetli Bülent Ecevit kameralar karşısında “Terörist başı bu sabah itibariyle artık Türkiye’de” açıklamasında bulunmuştu. Fakat aynı Ecevit, yıllar sonra ABD’nin niçin Öcalan’ı Türkiye’ye verdiğini hala bilmediğini itirafında bulundu. Peki, bugün kim bilebiliyor:  Acaba Öcalan niçin Türkiye’ye verildi?

Kürt sorunu hem PKK’nin etkisiyle hem de başka dinamiklerle Türkiye’yi etkiliyor, dönemin hükümetlerinin önünde hep sorun olarak varlığını koruyordu ve sorun çeşitli boyutlarıyla bugüne taşındı. Belirttiğimiz gibi Mesut Yılmaz dönemlerinde de bu özelliği ile var oldu Kürt Sorunu. Dışarıda ise ABD ve AB ülkeleri artık bir demokratikleşme ve insan hakları sorunu olarak Kürt Sorununa kendi açılarından pozitif yaklaşmaya başlamıştı. Özellikle AB bir politika değişikliğine gitti açıkça. Neredeyse Kürt sorununun sivil çözümü Türkiye’nin AB’ye alınmasında bir şart olmuştu. Tabi Türk hükümetleri de bu gibi yaklaşımlardan etkileniyordu. Türkiye de AB’ye girmek istiyordu ama önündeki engellerden temel olanı devletin “terör” AB’nin Kürt Sorunu dediği problemdi.

İşte bu ahvalde Mesut Yılmaz deyim yerindeyse bir özeleştiri pozisyonunu alıyordu son politik yıllarında.  Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 28 Aralık 1991 tarihinde Diyarbakır'da yaptığı ‘‘Kürt realitesini tanıyoruz’’ şeklindeki açıklaması Mesut Yılmaz’ı şu duruma getirmişti belki:

‘‘Ulusal devlet, vatandaşlarına, dillerine, dinlerine, kültürlerine çok daha çağdaş, çok daha hoşgörülü yaklaşabilmelidir. Bunları mutlaka aynı potada eriten devlet değildir ulusal devlet...’’ (Sedat Ergin, Hürriyet Gazetesi, 26 Ekim 1997)

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999'da başbakan yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır'da "Geçmişe artık sadece yanlışlarımızdan ders almak için bakmalıyız ve aynı yanlışları tekrarlamamalıyız" diyerek çok tartışılacak bir söz sarf etti: "Avrupa Birliği'ne üyeliğimize giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyorum." Demokrasinin Türk'ün de Kürt'ün de hakkı olduğunu belirten Yılmaz'ın tabi ki bu tespitleri tarihi değerde olan cinstendi. Bu belirleme hem Yılmaz’a demokrasiye olan inancı verdi hem de Türkiye’ye dışarıda bir prestij kazandırdı. Fakat ne yazık ki söylemde kaldı ve bu sözler hiçbir zaman devlet politikası haline getirilemedi.

Bütün bu süreci yaşadık hepimiz. Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz ile devam eden, tabi bu arada Tansu Çiller’in “Gerekirse İrlanda Modelini de tartışırız” girişimini de katalım sürece, bu belirlemeler silsilesi pratikte yaşam bulmadı. Bu girişimleri kim veya kimler engelledi bilemiyoruz, belki de hiç bir zaman bilemeyeceğiz ama bildiğimiz ve yaşadığımız gerçek ise şu: memleket kan gölüne döndü, hem insan kaybı hem ekonomik kayıplar…

Dileriz ve umarız, o dönem yetkin konumda ve hala hayatta olan aktörler artık ülkenin önüne bir engel olarak besleyen Kürt Meselesinin barışçıl açıdan çözümünü engelleyen girişimleri açıklarlar.

Mesut Yılmaz’ın Romanya’da “derin zihniyetten”  burnundan yediği yumruk o zaman kamuoyunda derin mesajlardan biri olarak yorumlanmıştı. Fakat Sayın Yılmaz, yumruk konusunda da ketum davranmış, “derin sessizliği” tercih etmişti.

1990-2000 yılları arası dönemi şöyle hatırlamaya çalıştığımızda, siyaset zemininin çok daha renkli olduğu hatırlamış olmaktayız. Bu renklerden biri de Sayın Mesut Yılmaz idi. Ebediyete intikal etmiş olan Eski Başbakanlardan Mesut Bey’e Allah’tan rahmet diliyorum.

Türkiye’ye ise aydınlık günler ve yarınlar temenni ediyorum.

Saygıyla…