Diyarbakır, son yıllarda belki de tarihinin en kalabalık günlerini yaşıyor.

Özellikle Sur’da, Dağkapı’dan Mardinkapı’ya uzanan caddelerde, hafta sonları adım atacak yer kalmıyor.
Hz. Süleyman’a açılan Saraykapı, artık sadece inanç değil, aynı zamanda sosyal bir buluşma mekânı.
Kentin çehresi değişiyor.
Bu kalabalık, yılların önyargısının kırıldığını gösteriyor.
Bu dönüşümde uzun süredir dillendirilen “3T formülü” etkili oldu: Turizm, Tarım, Tekstil.
Turizm; çünkü bu kadim şehir, binlerce yıllık tarihiyle bir açık hava müzesinden farksız.
Tarım; çünkü tohumun toprağa ilk düştüğü Mezopotamya burası.
Ve Tekstil; çünkü bir dönem Diyarbakır’ın adını sadece haritada değil, Avrupa'nın üretim zincirlerinde de görünür kıldı.
2021 yılında, Türkiye’de bir ilk olarak kurulan Tekstil İhtisas Organize Sanayi Bölgesi, Diyarbakır’ın sanayi belleğinde yeni bir sayfa açtı.
Sadece bir yıl içinde 67 fabrika üretime geçti, İstanbul’daki makineler sökülüp buraya taşındı.
Avrupa’nın büyük hazır giyim markaları, Zara’dan Inditex grubuna kadar birçok dev oyuncu, üretim için Diyarbakır’a yöneldi.
İstihdam kısa sürede 12 bin kişiye ulaştı.
Gençler, kadınlar, işsiz kalan ustalar yeniden üretim döngüsüne katıldı.
Ama o hikâyenin üzerinden henüz dört yıl geçti ve bugün geldiğimiz nokta, bu başarının ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.

2024’ün sonuna gelindiğinde çalışan sayısı önce 7 bine düştü. Ardından yeni bir kriz dalgası geldi ve şu an, Diyarbakır Tekstil OSB’de çalışan insan sayısı 5 binin altına inmiş durumda.
Sadece son birkaç ayda 20 fabrika üretimi tamamen durdurdu.
Onlarca firma da kapasiteyi düşürdü.
Yani sadece makineler değil, umutlar da sustu.
Bu çöküşün sebebi yalnızca yerel değil, küresel.
Mısır, Bangladeş, Cezayir ve Fas gibi ülkeler, düşük işçilik maliyetleri ve vergi avantajlarıyla Avrupa'nın fason üretim tercihi haline geldi.
Bu ülkelerde bir tekstil işçisinin toplam maliyeti 200 ila 400 dolar arasında değişiyor.
Oysa Diyarbakır’da bu rakam 1000 dolara ulaşıyor; İstanbul’da ise 1250 dolar. Elektrik, doğalgaz, kira ve ham madde maliyetleri de cabası.
Bu farkın ne anlama geldiğini anlamak için bir Zara örneği yeterli: Bir dolar fark, milyonlarca ürün üzerinden yüz milyon dolarlık maliyet oynaklığına yol açabiliyor. Dolayısıyla kalite farkı bile artık markaları burada tutmaya yetmiyor.
Türkiye’de üreticinin önünde duran tek engel üretim maliyeti de değil. Bir diğer duvar, bankaların açtığı yüksek faizli kredi kapıları.
Bugün Diyarbakır’daki bir tekstilci, yatırım ya da büyüme için kredi çekmek istediğinde yüzde 50'ye varan faiz oranlarıyla karşılaşıyor.
Oysa Avrupa’daki muadili, aynı kaynağa yüzde 3–4 gibi oranlarla erişebiliyor.
Kimi zaman bu fark, üretim maliyetinden bile daha yıkıcı oluyor.
Bankalar için Diyarbakır’daki bir fabrika, çoğu zaman “yüksek riskli yatırım” statüsünde.
Oysa aynı fabrikanın İstanbul’daki benzeri "büyüme potansiyeli yüksek" diye değerlendirilip kolayca kredilendiriliyor.
Finansa erişimdeki bu çifte standart, yalnızca adaletsiz değil, stratejik olarak da tehlikeli.
Çünkü sermayeyi bir bölgeye yığmak, diğerini kuraklığa terk etmek demek.
Oysa Diyarbakır gibi şehirler, üretimin tabana yayıldığı, istihdamın sosyal dönüşüm yarattığı yerlerdir.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya’ya göre, mesele yalnızca döviz kuru ya da asgari ücret değil.
Sorun, Türkiye’de fason üretime dayalı tekstil modelinin sürdürülemez hale gelmiş olması.
Kaya, kendi markasını üreten firmaların bu krizde daha az yara aldığını belirtiyor.
Ancak onlar da yüksek faiz ve finansman erişimi yüzünden büyüyemiyor.
Son dönemde bakanlık düzeyinde yapılan temaslarla, 12 yılı dolan firmalara 3 yıllık teşvik uzatımı sağlandı.
Ama bu, kan kaybını durdurmaya yetmiyor.
Yine de umutsuz değiliz.
Çünkü çözüm belli: Fason üretim yerine markalaşma.
Marmara’daki üreticilerin 6. bölgeye çekilmesi.
Yeni teşvik modelleri. Ve Diyarbakır’a güvenen birkaç büyük firmanın, yeniden üretimi canlandıracak adımları.
Unutmayalım; Diyarbakır Tekstil OSB yalnızca bir fabrika kümesi değildi.
Aynı zamanda binlerce gencin ilk maaşı, binlerce kadının ilk işi, binlerce ailenin ilk sigortalı hayaliydi.
Bu hayallerin bir kalemle silinmesine, döviz kuru tablosuna sıkıştırılmasına razı olamayız.
Yükselmenin nasıl mümkün olduğunu gördük. Şimdi çöküşe mi boyun eğeceğiz, yoksa yeni bir sayfa mı açacağız?